Bu bölümde ceza hukukunun genel hükümlerinin hepsi değil, sadece gerekli olanlar kısaca açıklanacaktır.
A- Suç
Suç, toplumsal düzenin devamı açısından korunması gereken hukuki değerlerin bilerek ve istenerek ihlalini ifade eden insan davranışlarıdır. Bu tanım kasten işlenen suçun tanımıdır.
B- Suçun Maddi Unsurları
1. Fiil
Dünyada sürekli olarak bir hareket vardır ve sürekli fiziksel değişimler olmaktadır. Meteorolojik olaylar, su hareketleri, depremler, sıcaklık hareketleri, güneş, ay tüm fiziksel değişimlerin büyük bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Her an milyonlarca canlı ya da cansız varlık bir değişikliğe sebep olmaktadır. Dünyanın dönmesi ya da ayın çekim kuvveti, rüzgâr ya da gelgit gibi fiziksel değişimlere sebep de olmaktadır.
Fiziksel değişimlerin her birinin bir sebebi vardır. Havaya atılan bir topun yere düşmesinin sebebi yer çekimi iken, bir timsahın suya giren bir zebrayı yemesinin sebebi hayatta kalma çabasıdır. Fiziksel değişimlerin sebeplerinin bir kısmının arkasında fizik kanunları varken (yerçekimi, kaynama noktası, buharlaşma vb.), bir kısmı da içgüdülerden (üreme, hayatta kalma vb.) kaynaklanır.
İnsanlar da doğdukları andan itibaren, tüm hayatları boyunca ve hatta öldükten sonra da değişimler yaparlar ya da değişime sebep olurlar. İnsanların ya da insanlara bağlı fiziksel değişimlerin sayısı tüm fiziksel değişimlere göre önemsiz derecede azdır. Araba kullanmak, ev işleri yapmak, bir yerden geçmek, bir şeyi yapmak ya da yıkmak gibi sayılamayacak sayıda farklı fiziksel değişim vardır.
İnsanların fiziksel değişikliğe sebep olan davranış, eylem ya da hareketlerine hukukta genel olarak fiil adı verilir. İnsanların fiillerini diğer canlı ya da cansız varlıkların fiziksel değişimlere sebep olan fiillerden ayıran şey iradedir.
a) İrade
“İrade: insanın eylem ve düşüncesini, bilinçli ve amaçlı bir şekilde, belirli hedeflere ulaşma doğrultusunda yönlendirme yeteneği”
İnsanın gerçekleştirdiği tüm davranışların ya da eylemlerin hukuki anlamda fiil kabul edilmesi mümkün değildir. Fiil olabilmesi için hareketi yapan ya da davranışı gösteren kişinin bir seçim o eylemi yapmak ya da yapmamak arasında bir seçim yapabilme imkânının olması gerekir. Seçimin mümkün olmadığı reflekslerde, örneğin dize bir cisimle vurulması halinde insan vücudu tepki olarak bacağı hareket ettirir. Ayağı takılıp yere düşen bir kişinin de hareketinde irade yoktur. İstese de istemese de düşecektir.
Ernst Hirsch’e göre irademiz belirli sebeplerin etkisi altındadır.
1. Duyularımıza bağlıdır. Bunlar iç duyular ve dış duyular olabilir.
2. Edimsel tasarımlarımıza bağlıdırlar. Bilinçli hareketlerimizde olduğu gibi.
3. Saklı (latent) tasarımlarımıza bağlıdır. Bilinçsiz hareketlerimizde olduğu gibi.
Eğer bu üç ekten üzerimizde (irademizde) etkin olmasaydı, eğitim ve öğretim görmemizin, kanunlara tâbi kılınmamızın, uyarı ve özendirmelere muhatap olmamızın bir anlamı kalmazdı. (…)
İradenin gücü, alıştırma ile bilgi ve anlayışla artar. (…)
Seçme bireyin kendi hareketlerinin içeriğini, özünü kendi iktidarı ile tayin edebilme erkidir. Seçme kavramı için üç deyim kullanılır.
1. Elindelik (irade-i cüziye, libre arbitre)
2. Erkinlik (Özgürlük, hürriyet, liberte)
3. Yadgerekircilik (lâicabiye, indeterminisme)
Hirsch’e göre iradenin istediği şekilde belirmek hususundaki erki olan elindelik, keyfidir. İradenin tamamen serbest olduğu iddia edilir. Ancak seçme zamanında seçeneklerin aynı seçilme şansının olduğunu söylemek zordur. Bir şekilde seçeneklerin ağırlıkları değişik etkenler sonucu değişir ve ağır basan seçenek seçilir. Bu durumda seçme keyfiyetinden bahsedilmesi zordur.
Erkinlik ise düşünceyle, tam bir vicdanla, tam bir bilinçle iş gören bir varlığın durumudur. Bireyin karar verebilirken özgür olması önem kazanır. Bu durumda bireyin ayırt etme gücü ve diğer taraftan da akli yetenekleri esas olacaktır.
Yadgerekircilik yani indeterminizm olaylar ne olursa olsun insan iradesi karar alırken özgürdür. Oysa bunun karşısında olan determinizm de olaylar kendinden önce ya da aynı anda olan olayların bir sonucudur. Deterministik düşünceye göre irade özgür olmadığından sorumluluk da oluşamaz.
Davranışların determinizm sonucu gerçekleştiği kabul edildiğinde hukuken sorumluluk da olmayacağından hukuk alanının dışına çıkacaktır.
b) Hukukta Fiil
Hukuken ancak iradenin var olduğu fiillere sonuç bağlanabilir. Salt düşünce ya da kişilikler fiziksel dünyada bir değişime sebep vermiyorlarsa hukuken bir anlam ifade etmezler. Fiilin fiziksel dünyada görünür fiziksel değişiklilere sebep olması da şart değildir. Gerçekleştirilen fiil sonucunda zihinlerde oluşan değişimler de fiildir. Konuşmak ve yazmak gibi düşüncelerin açıklanması ifade etme fiilini gösterir. Bu fiiller sonucunda kişilerin zihinlerinde değişiklik olur.
İradenin serbestçe seçin yapılamadığı zamanlarda irade baskı altındadır. Tehdidin bulunduğu durumlarda da kişi seçme hakkına sahiptir. İki seçenekten dilediğini seçmekte özgür değildir. Çocuğunun öldürülmesi ile tehdit edilen kadının yapacağı seçim için seçme özgürlüğünün olduğunu söylemek mümkün değildir. Aynı şekilde başına silah dayanmış bir kişinin bir şey yapmamak için seçme şansı da yoktur.
Fiil iki türlü gerçekleştirilebilir. Bir şeyi yaparak ya da yapmayarak. Bir şeyi yapmamak da fiziksel değişikliğe sebep oluyorsa hukuken fiil olarak kabul edilir. Ceza hukukumuzda yapılması gereken fiilin yapılmaması sebebiyle suç işlenebileceği kabul edilmiştir.
Borçlar hukukunda da edim çeşitleri davranış biçimi açısından sınıflandırılırken müspet ve menfi edimler olarak ayrılırlar. Müspet edimlerde borçlunun yükümlü olduğu davranış bir şeyi verme veya yapma şeklindedir. Müspet edimler de ayrıca borçlunun bedeni ya da fikri gücü ile yerine getirilecekse şahsi borç, malvarlığından yerine getirilecekse maddi borç olarak ayrılır. Menfi edimde ise borçlu bir davranışı yapmama borcu altına girer. Örneğin mülkiyetindeki bir araziden geçişe katlanma gibi.
2. Netice
Suçun maddi unsurlarından biri neticedir. Fiil ya da hareket maddi bir şeydir. Fiil ya da hareketin dış dünyada meydana getirdiği değişikliğe netice denir. Bu değişiklik maddi olabileceği gibi ruhsal da olabilir.
Ancak insan davranışının tüm sonuçları değil, sadece bazıları hukuku ilgilendirir. Bu itibarla teknik anlamda sonuç [netice], insan davranışının dış dünyada meydana getirdiği ve hukuk düzeninin cezaî sonuçlar bağlamak suretiyle nazara aldığı doğal değişikliktir. Belirtmek gerekir ki, sadece suçun kurucu unsuru olan dış değişiklik de bu anlamda sonuçtur [neticedir].(…)
Sonucun[Neticenin] doğalcı anlayışı esas alındığında, bunun her suçta daima bulunması gerekli bir unsur olmadığını kabul etmek gerekecektir. Çünkü bazı suç tiplerinin gerçekleşmesi için kanun sadece belirli bir davranışı yeterli görmekte, ayrıca bundan dolayı dış dünyada bir değişiklik meydana gelmesini aramamaktadır. Örneğin ceza infaz kurumundan kaçma suçunda (TCK. Md.292) durum böyledir. Bu suç için, bunu öngören normda tarif edilen hareketin yapılması yeterlidir. Şu halde sonucu olmayan suçlar da vardır.
Bir fiilin yapılması sonucunda suçun oluştuğu anı ikiye bölebiliriz. Birincisinde sadece fiilin gerçekleştirilmesi sonucunda suçun oluşması, ikincisinde ise fiilin gerçekleştirilmesi suçun oluşmasına yetmez, neticenin de gerçekleşmesi gerekir. Bu ayırımı sağlayabilmek için filin gerçekleşmesinin yeterli olduğu suçlara doktrinde sırf hareket suçları, diğerine ise netice suçları denir.
a) Sırf Hareket Suçları
Sırf hareket suçlarında hareketin yapılması veya ihmalin gerçekleşmesi ile suç oluşur. Bundan başka bir neticenin, bir zararın oluşması beklenmez. TCK’da buna ilişkin suçlar askeri yasak bölgelere girme (md.322), konut dokunulmazlığını ihlal (md.116), suçu ihbar etmeme (md.279), ceza infaz kurumundan kaçma (md.292), suç işlemek için örgüt kurma (md.220).
Bu suçları ihlal ettiği hukuki değer açısından baktığımızda tehlike suçları da denir. Çünkü ortada bir sonuç olmamasına rağmen neticeye sebep olma ihtimalleri vardır. Tehlike suçlarında, fiilin yöneldiği konunun objektif olarak zarara uğrama tehlikesiyle karşılaşmış olması gerekir. Kanun zarar gerçekleşmeden bu fiile müdahale edilmesini gerekli görerek suçu ihdas etmiştir.
Tehlike suçları soyut ve somut tehlike suçlan olarak ikiye ayrılmaktadır. Somut tehlike suçlarında hareketin suç konusu üzerinde gerçekten tehlike yaratmış olup olmadığı hâkim tarafından araştırılır. Örneğin. 170 inci maddenin 1 inci fıkrasında yangın çıkarmak suç tipinin ihlali cezalandırma bakımından yeterli değildir. Hâkim bu hareket sonucunda "kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından" bir tehlikenin doğup doğmadığını somut olayın özelliklerini dikkate alarak araştıracaktır. Ayrıca somut tehlike suçlarında korunan konu üzerinde objektif olarak gerçek bir tehlike meydana gelmiş olması şart olduğuna göre, failin eylemi ile ortaya çıkan tehlike arasında nedensellik bağı da kurulmalıdır. Somut tehlike suçuna bir diğer örnek de 171 inci maddedeki genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulmasıdır. Örneğin, taksirle bina çökmesine neden olan kişi, fiilin başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olması halinde cezalandırılacaktır. Atom enerjisi ile patlamaya sebep olma (md.173/1 ), akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali (md.1 75), halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik (md.216) somut tehlike suçlarının diğer örnekleridir. Soyut tehlike suçlarında hareketin suç konusu üzerinde tehlike yaratıp yaratmadığı araştırılmamakta, suç tipinde tanımlanan icrai veya ihmali hareketin yapılmasıyla suçun gerçekleştiği kabul edilmektedir Diğer bir anlatımla soyut tehlike suçlarında, yasal tanımdaki hareketin yapılmasıyla, maddi konu üzerinde bir tehlikenin ortaya çıktığı varsayılmakta, tehlikenin mevcut olup olmadığı araştırılmamaktadır. Doktrinde genel tehlike suçları olarak da adlandırılan bu suç tipleri, sırf hareket suçlarıdır. Örneğin, terk (md.97), yardım ve bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi (md.98), suç işlemeğe alenen tahrik (md.214), suçu ve suçluyu övme (md.215) ve iftira (md.267) soyut tehlike suçlarıdır.
Özetlemek gerekirse somut tehlike suçunda tehlike var olmalıdır. Soyut tehlike suçunda ise tehlikenin var olması şart değildir. Yapılan hareket tehlikeye sebep olmasa bile suç gerçekleşmiş kabul edilir.
Tehlike suçunu belirlemenin bir başka yolu da suçun tamamlanması anında zararın henüz gerçekleşmemiş olmasıdır. Zarar gerçekleşmişse artık tehlike suçundan bahsedilemez.
b) Netice Suçları
Netice suçunu tehlike suçundan ayırabilmenin en basit yöntemi bir zararın oluşup oluşmadığıdır. Bunun yapılması için hareketin doğrudan sonucuna bakılması gerekir. Çünkü zarar gerçekleşmeden hemen öncesinde zaten zararın gerçekleşmesi tehlikesi vardır. Yani netice suçlarında tehlikenin zarara dönme ihtimali kesindir. Suçun tamamlanması anında zarar gerçekleşmiştir. Artık bir tehlikeden değil, gerçekleşen zarardan bahsedilebilir.
Netice suçlarına, gerçekleşen zarar açısından en tipik örnek kasten öldürmedir. İnşaat ve yıkımla ilgili emniyet kurallarına uymama suçu (TCK md.176) tehlike suçuyken, yıkım sırasında ölen olursa artık taksirle öldürme (TCK md.85) suçu söz konusu olacaktır.
Fail, işlemeyi kastettiği suça ilişkin icra hareketlerini tamamlar ve sonuçta yasaklanan netice gerçekleşirse, suç da gerçekleşmiş olur. Failin icra hareketlerine rağmen yasaklanan netice gerçekleşmez ya da daha ağır bir sonuç ortaya çıkar. İcra hareketi sonucunda suç tamamlanmazsa teşebbüs, amaçlanan neticeden daha ağır bir netice ile sonuçlanırsa netice sebebiyle ağırlaşmış suç söz konusu olur.
c) Netice Sebebiyle Ağırlaşmış Suç
Netice sebebiyle ağırlaşmış suçun kanundaki tanımı:
Netice sebebiyle ağırlaşmış suç
Madde 23- (1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir.
Suçun gerçekleşmesinden sonra ortaya çıkan neticenin failin amaçlamadığı ancak olabileceğini öngörebileceği bir suç olması gerekir. Failin aklına gelmesi mümkün olmayan bir neticenin gerçekleşmesi durumunda taksirden söz edilemeyeceği için netice sebebiyle ağırlaşmış suç da oluşmayacaktır. Örneğin yaralama kastı ile ayak kısmına atış ederken kurşunun sekmesi sonucunda fail mağduru öldürmek istememesine rağmen ölmesine sebep olmuşsa, ateş ederken bunun gerçekleşebileceğini göz önünde bulundurması gerektiğinden netice sebebiyle ağırlaşmış suç ortaya çıkacaktır. Ancak kavga ederken mağdura atılan normal bir yumrukla mağdurun kalp krizi geçirerek ölmesi, failin öngöremeyeceği bir durumsa neticeden dolayı sorumlu tutulamayacaktır.
3. Fail
Kanunda “kişi”, “kimse”, “her kim” gibi ifadelerle tarif edilen hareket yeteneğine sahip olup suçun gerçekleşmesi için gerekli olan fiili gerçekleştiren gerçek kişidir. Bazı suçlarda failin sahip olması gereken özellikler tanımlanabilir. Örneğin “kamu görevlisi” şeklinde tanımlanan suçlarda fail ancak bir kamu görevlisi olabilir. Failin özellikleri yaptığı fiilin sonuçlarının suç olduğunu anlamasını engelliyor ise fail özelliği devam eder ancak kusurluluk derecesini engeller.
4. Suçun Maddi Konusu
Suçlarda, hareketin yöneldiği kişi ya da şey suçun konusunu oluşturur. Bir başka deyişle suçun üzerinde gerçekleştiği şeydir. Failin eylemi bir eşyaya ya da bir kişinin maddi veya manevi yapısına yöneliktir. Suçun konusu da bu hareketten etkilenecektir. Çoğu durumda suçun konusu açık bellidir. Örneğin hırsızlık suçunda (TCK md.141/1) taşınır bir mal, zimmet suçunda (TCK md.247/1) zimmete geçirilen mal, suçun konusu olarak açık şekilde bellidir.
Suçun konusu bir kişinin maddi ya da manevi varlığı da olabilir. Örneğin kasten öldürme suçunda (TCK md.81) kişinin hayatı, kasten yaralama suçunda (TCK md.86) yaralanan kişinin vücudu ve hakaret suçunda (TCK md.125) kişinin şerefi suçun konusunu oluşturur.
5. Suçun Hukuki Konusu
Suçun maddi konusunun yanı sıra ayrıca suçun hukuki konusu da vardır. Suçun konusu ile suçun hukuki konusu arasında fark vardır. Suçun konusu, hareketin yönelik olduğu ve suç tipinde belirtilen konu iken suçun hukuki konusu işlenen fiille ihlal edilen hukuki varlık veya menfaati ifade eder. Suçun hukuki konusuna ayrıca korunan hukuki değer de denir.
“Suçun hukuki konusu denildiğinde, kanunun koruduğu yararın suç ile ihlal edilmesi veya tehlikeye düşürülmesi anlaşılır. Suçun hukuki konusundan neyin anlaşılması gerektiği konusunda değişik görüşler ortaya konulmuştur. Bunları üç grupta toplamak mümkündür:
Sübjektif nitelikteki teorileri savunanlara göre, suçun hukuki konusu haktır; diğer bir ifadeyle, suç bir hakkı ihlal eder. Fakat bu hakkın niteliği konusunda, bu görüşü savunanlar arasında görüş birliği yoktur. Suç, kimine göre hukuku, ya da suçun nevi bakımından değişen bir hakkı, kimilerine göre ise, devlete ait tek ve devamlı bir hakkı ihlal eder.
Objektif nitelikteki teorileri savunanların görüşlerini, üç temel üzerinde toplamak mümkündür: Suç kimine göre hukuku, kimine göre hukuki yükümlülüğü ve kimilerine göre ise, hukuki varlık ve yararı ihlal eder.
Karma teoriyi savunanlara göre ise, suçun konusunu açıklamak bakımından hem sübjektif hem de objektif teorilerden yararlanılmalıdır. Bu görüşü savunanlardan bazıları suçları, bir hakkı ihlal edip etmemelerine göre ikiye ayırırken; bazıları ise suçu hem objektif hem de sübjektif şekilde korunan yararların ihlali kabul ederler.”
Her suçta, kanun koyucunun ilgili suç bakımından hareket noktasını oluşturan korunması amaçlanan bir hukuki varlık ya da değerin oluşturduğu bir hukuki konu vardır. Suç, belirli bir hukuki konunun ihlalini ifade eder.
“Suçun hukuki konusu, hukuki yararın belirlenmesi yönünden de önemlidir. Hukuki yararın anlamı, suçun esasını göstermek dışında, söz konusu kuralın yorumu bakımından da yararlıdır. Çünkü korunan yararın iyice ortaya çıkması ve anlaşılmasıyla, kuralın amacını ve dolayısıyla suçlandırmanın gerçek nedenini bulmak mümkün olabilir. Hukuki yararı dürüst bir şekilde ortaya koymak, kuralların yorumlanması gibi zor bir işte, pusulasız yürümek istemeyen yorum yapan için bir pusula görevi görebilir.”
6. Suçun Mağduru
Her suçta bir mağdur vardır. Mağdur ancak gerçek kişi olabilir. Mağdur suçun maddi konusunun ait olduğu kişidir. Suçun mağduru, suç işlenirken hayatta olan kişidir. Şikâyete bağlı suçlarda şikâyet hakkı suçun mağduruna tanınmıştır.
Suçun mağduru ile suçun konusu ayrı kavramlardır. Örneğin hırsızlık suçunda suçun konusu taşınır mal iken, mağdur bu malın malikidir. Hakaret suçunda konu kişinin şerefi iken mağdur kendisine hakaret edilen kişidir. Bazı suçlarda suçun mağduru ile maddi konusu aynı kişi olabilir. Örneğin kasten öldürme suçunda mağdur da suçun konusu da gerçek kişidir. Kasten yaralama suçunda suçun mağduru yaralanan, suçun konusu yaralanan vücudu, suçun hukuki konusu ise vücut dokunulmazlığıdır.
Suçun mağduru ile suçtan zarar gören farklı kavramlardır. Suçtan zarar gören işlenen suçtan doğrudan zarar gören değildir. Örneğin kasten öldürmede, öldürülen kişi suçun mağduru iken, ölüm sonucu zarar görenler mağdurun yakınları olabilir.
Suçun mağduru suçtan doğan ceza ilişkisinde taraf olduğu halde zarar gören sadece özel hukuk ilişkisinin tarafı olur.
7. Suçun Nitelikli Unsurları
Bazı suç tanımlarında, cezanın tespitinde suçun unsurlarının özelliklerine göre ya cezanın azaltılması ya da cezanın arttırılması tercih edilmiştir. Nitelikli durumlar, fiilin işlenişiyle, fiilin işlendiği zamanla ve yerle, failin vasfıyla, mağdurun vasfıyla, fail ile mağdur arasındaki ilişkiyle ve suçun konusu ile ilgilidir. Burada incelenecek suçlar açısından sadece suçun konusu ile ilgili nitelikli unsurlar söz konusudur.
C- Suçun Manevi Unsurları
Failin gerçekleştirdiği fiil ile gerçekleşen netice arasında manevi bir bağ da bulunur. Bu bağ kusur olarak nitelendirilir. Failin cezalandırılabilmesi bu bağın türüne bağlıdır. Akıl hastalığı olan bir failin fiilinin farkında olmaması durumunda cezalandırılmasından bahsedilemez. Failin gerçekleştirdiği fiille olan arasındaki bağ kast ve taksir olarak ayrılabilir.
1. Kast
TCK’ya göre kastın tanımı:
Madde 21 - (1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
TCK kasıtlı suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmemesi durumunu
Kanunun bağlayıcılığı
Madde 4- (1) Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz.
maddesiyle ortadan kaldırmıştır. Ancak her kanunun herkes tarafından bilinmesi mümkün değildir. Hukuku meslek edinenlerin bile sürekli olarak bunları bilmeleri ya da suç olduğunu tahmin edebilmeleri mümkün değildir. Böyle durumlar için TCK:
Hata
Madde 30 - (1) Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.
(…)
(4) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.
maddesiyle bu suçları kasten işlenen suçtan taksirle suça çevirmiştir. Aynı maddenin 4. fıkrası ile de suçun bilinememesi durumunda cezalandırılmayacağı hükme bağlanmıştır.
Suçun kanuni tanımındaki unsurların hepsi bilinmese de ahlaken yanlış olduğu bilinen bir şeyin suç olacağını da kişinin tahmin edebilmesi gerekir. Örneğin bir kişiyi öldürme ya da dolandırma davranışı herkes tarafından bilinen, ahlaken de yanlış olan davranışlardır. Bu durumlarda suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmediği öne sürülemez.
Kastın suçun bütün aşamalarında bulunmalıdır.
2. Taksir
Madde 22- (1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.
(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
(5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.
(6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.
Taksirle işlenen suçlarda, kastın unsuru “kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek” işlenmesi yoktur. Suç işlenirken suç işlemek amacı ile hareket edilmemiş olması gerekir.
3. Saik
Bazı suçlarda kastın bulunması suçun tanımındaki maddi unsurlardan bilinmesi ve istenmesi yeterli değildir. Suçun işlenmesi sırasında failin amacı da dikkate alınır.
D- Hukuka Aykırılık Unsuru
Bir hakkın ihlalinin suç sayılabilmesi için hukuka aykırı olması gerekir. Bir fiilin hukuka uygunluk sebeplerinin dışındaki sebepler fiilin hukuka aykırılık unsurunu oluşturur. TCK’ya göre hukuka uygunluk sebepleri: kanun hükmünü yerine getirme (TCK Md.24/1), meşru savunma (TCK Md.25), hakkın kullanılması (TCK Md.26/1), ilgilinin rızası (TCK Md.26/2).
Kusurluluğu etkileyen haller suçun vasfını değiştirmez ancak cezalandırılma aşamasında göz önünde bulundurulur.
1. Rıza
Ceza hukukuna göre, bir fiilin yapılmasına ya da yapılmamasına, fiilin yöneldiği kişinin ya da fiilin yöneldiği şey üzerinde hak sahibi olanın, fiilin yapılmasına serbest iradesiyle onay vermesine rıza denir. Rızanın fiilin suç olmasını engellemesi kanunda hükme bağlanmıştır.
Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası
Madde 26- (1) Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.
(2) Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.
Bu maddeden de anlaşılacağı üzere ilgilinin rızasını açıklaması ve rızasını açıkladığı hakkın mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakka ilişkin olması gerekir. Ayrıca rızayı açıklayan kişinin rızaya ehliyetinin olması ve bunu serbest iradesiyle yapması gerekir. Hakkın birden fazla kişiye ait olması durumunda her birinin, ayrı rıza beyanıyla rızalarını bildirmeleri gerekir.
İlgilinin rızası iki türlü etki yapar. Ya suçun tipikliğini ya da hukuka aykırılığını ortadan kaldırır.
Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın hukuka aykırı olarak alenen ifşa eden… (TCK md.132/3)
Bir erkek veya kadını rızası olmaksızın kısırlaştıran kimse… (TCK md.101/1)
Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, … (TCK md.116/1)
Bu suçlarda rızanın olması suçun tipikliğini bozacağından suç oluşmayacaktır. Bazı suç tiplerinde ise, korunan hukuki yararın sahibinin rızasına itibar edildiğinden suçtan bahsedilemeyecektir.
Örneğin mala zarar verme suçunda (TCK md.151/1) verilen zarar için malın sahibinin rızası varsa suç oluşmayacaktır. Çünkü mal sahibi malı üzerinde sahip olduğu mülkiyet haklarını kullanmaktadır.
Benzer şekilde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunda (TCK md.109/1) korunan hukuki değer kişinin hürriyetidir. Bu hakkın sahibi buna rıza gösterdiği için hürriyetten yoksun bırakmadan söz edilemeyecektir.
Rıza beyanı, sarih açık veya zımni, yazılı veya sözlü yapılabilir. Açıklama fiilden önce, ya da fiilin icra hareketleri sırasında yapılmalıdır. Fiilin bitmesinden sonra yapılan rıza açıklaması icazet anlamına gelecektir. Fiilin işlendiği sıradaki hukuka aykırılığını ortadan kaldırmaz, ancak suçu ortadan kaldırır.
Zımni rızada sözle ya da yazılı olarak ifade yokken durumun gereği rızanın olduğu anlaşılır. Örneğin koruması olmayan bir bahçedeki çeşmeden su içmek veya misafirlikte masada duran çikolatadan yemek gibi.
Yapılan fiil rızası gereken kişinin menfaatine iken, haberi olmayan ve ulaşılma imkânı olmayan bir durumda rızanın olduğu varsayılır. Buna varsayılan rıza denir. Burada yapılan fiilin mutlaka rızası gereken kişinin menfaatine olması gerekir. Örneğin su boruları patlamış bir komşunun zarara uğramasını engellemek için ulaşılamadığı durumda evine girilmesi, bir trafik kazasında bilinci kapalı iken kişiye tıbbi tedavinin uygulanmasında rızanın varlığı kabul edilir.
Fiilin rıza göstermesi gereken kişinin menfaatine olmayan durumlarda ancak zımni rızadan söz edilebilir. Yalnız bu durumlarda da şartların değerlendirilmesi gerekecektir.
Örneğin komşusunun bahçesinden meyve koparmasına hep müsaade etmiş kişinin, kendisinin olmadığı zamanda da tekrar alınmasına rıza gösterdiği sonucu çıkartılabilir. Her seferi için rızanın alınması gerekmez.
2. Bilgisayarda Erişim ve Rıza
Rızanın bilgisayarlardaki yansımasına erişim yetkisinin verilmesi denilebilir. Uygulama olarak da benzerdir zaten. Erişim yetkisi tek tek ya da bir daha önceden belirlenmiş bir kurala göre belirlendiğinden gerçek bir karara dayanır. Bir işleve ya da veriye erişim yetkisi verildiğinde erişene rıza verilmiş de olur.
Birden fazla kişi tarafından kullanılan bir bilgisayarda ya da birden fazla bilgisayarın olduğu sistemlerde, çok sayıda kişiye ait veri olmasına karşın erişim yetkisi bir ya da birkaç kişi tarafından düzenlenir. Yönetici de denilen bu kişilerin genel olarak tüm verilere erişim yetkisi vardır. Tüm erişim yetkilerine sahip olmadan da erişim yetkisi düzenlemesi yapmak mümkün değildir. Bu kişiler kullanıcıların sadece kendi verilerine erişimini ya da daha önceden belirlenmiş kuralı konulmuş verilere erişim yetkilerini düzenlerler. Veri sahibinin kendisi de sistemde bu tür bir yetki verme imkânı varsa yetki düzenlemesi yaparak rızasını gösterebilir.
E- Suçun Özel Görünüş Şekilleri
Suç genellikle fiilin işlenmesi ve neticenin gerçekleşmesi ile sonuçlanırken bazı durumlarda suçun unsurlarının tam olarak gerçekleşmediği durumlarda suç tipik tanımının dışındadır. Suçun tamamlanmamış olması ya da suç unsurlarının eksikliği sebebiyle, suçun tanımdakine uymaması durumunda suçun özel görünüş şekilleri’nden bahsedilebilir.
1. Teşebbüs
Teşebbüsün suçun gerçekleşmemesi halidir ve tanımı kanunda yapılmıştır:
Suça teşebbüs
Madde 35- (1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur
Suç meydana gelinceye kadar aşamalardan geçer. Bu aşamaları düşünce, icra, tamamlanma ve son bulma olarak ayırabiliriz.
Düşünce aşaması zihinde gerçekleşir. Sadece kasıtlı suçlarda söz konusu olabilir. Taksirle işlenen suçlarda zaten suçu işlemek amacı olamaz. Düşünce aşaması cezalandırılamaz. Cezalandırılmamasında sebep, ispatlanamaz olması değil düşünülmesi ile gerçekleşmesi arasındaki farkın çok büyük olmasıdır. Herkes her zaman farklı suçları işlemeyi düşünebilirler. Ancak gerçekleştirmek için çaba göstermedikleri müddetçe cezalandırılmasından bahsedilemez.
Düşüncenin karar haline gelmesi sonucunda icrai veya ihmali bir davranış ile somutlaşmaya başladığında icra aşamasına geçilir. İcra aşamasını ise tamamlanma aşaması izler ya da izleyebilir. Belirli bir suç tipinin gerektirdiği bütün unsurlar (fiil, netice, illiyet bağı, manevi unsur), suçun varlığı için gerekli ve yeterli olduğunda tamamlanma aşaması söz konusudur. Tamamlanmış suç somut ağırlığının en ileri derecesine vardığında son bulma aşaması söz konusudur. Tamamlanma aşaması ile son bulma aşamaları aynı anda olabilir. Örneğin bir bıçak darbesi ile yaralama suçunda, bıçak darbesi sırasında hem tamamlanma hem de son bulma aşamaları çakışmıştır. Oysaki birden fazla bıçak darbesi ile işlenen suçta ilk bıçak darbesi ile suç birinci bıçak darbesi ile tamamlanmışken en son bıçak darbesinde suç son bulmuştur. Teşebbüs halinde kalmış suçu tamamlanmış suçtan ayıran an, son bulma anı değil tamamlanma anıdır.
Fiilin suça sebep olamaması iki şekilde kendisini gösterir. Ya suçu işlemeye yönelik hareketler sonuna kadar götürülememiştir, ya da gerekli tüm hareketler yapılmasına rağmen suçun varlığı için gerekli netice (tehlike ya da zarar) gerçekleşmemiştir. Hareketlerin tamamının yapılmaması durumuna eksik teşebbüs, tamamının yapılmasına rağmen neticenin gerçekleşmemesine tam teşebbüs denir. Buradan kolayca anlaşılabileceği üzere tam teşebbüs eksik teşebbüsün sonraki aşamasıdır. ETCK’da eksik teşebbüs ve tam teşebbüs cezanın belirlenmesinde göz önüne alınırken TCK’da teşebbüsün tamamlanma oranına göre cezanın tayini hâkimin takdirine bırakılmıştır.
Teşebbüs, neticeli suçlarda (zarar suçları) neticesi olmayan tamamlanmış suç iken, sırf hareket suçlarında hareketin bir kısmının gerçekleşmediği suçtur. Teşebbüste daima bir hukuki değerin tehlikeye maruz kalması gerekir.
2. İşlenemez Suç
Failin, suç işlemek amacıyla kasten hareketleri icra etmesine rağmen, hareketin suçu işlemeye elverişli olmaması ya da suçun konusunun bulunmaması durumunda suçun işlenemez olmasından dolayı işlenemez suç denir.
Boş tabancayla ateş ederek öldürmeye çalışmak, zaten ölmüş birine ateş ederek öldürmeye çalışmak işlenemez suçlara örnektir. Failin bu durumda cezalandırılması konusunda farklı görüşler vardır. Bir düşünceye göre suç işlenemez olduğunda göre cezanın verilmesinde fayda da yoktur. Diğer düşünceye göre ise failin suç kastının olması en azından bu düşünce açısından cezalandırılması gerektiğini savunur.
Bir başka düşünceye göre de işlenemez suçun nisbi ve mutlak imkânsızlık açısından değerlendirilmesini savunur. Suçun konusunun olmaması mutlak imkânsızlık sebebi iken, nisbi imkânsızlık konuda ya da vasıtadadır. Öldürülmek istenen kişinin ölmüş olması mutlak imkânsızlığa, paranın failin elini soktuğu cepte olmayıp diğer cepte olması konuda mutlak imkânsızlığa, ateş edilen silahın boş olması vasıtada nisbi imkânsızlığa örnektir.
“TCK işlenemez suçlar hakkında bir hüküm ihtiva etmemektedir. TCK’nın 35inci maddesinin incelenmesinden konu ve vasıta bakımından nisbi imkansızlık halinde failin teşebbüsten cezalandırılması sonucuna varmak gerekir”
Artuk-Gökcen-Yenidünya cezalandırılması fikrinde iken Toroslu nisbi imkânsızlıkta cezalandırılmaya karşıdır.
“Kullanılan vasıtanın ve dolayısıyla yapılan hareketin elverişsiz olması veya suçun maddi konusunun bulunmaması halinde suç işleme kararının icrasına başlandığı söylenebilirse de, işlenmek istenen suçun icrasına başlamaktan ve cezalandırılabilir teşebbüsten söz edilemeyecek, dolayısıyla, failin cezalandırılması yoluna gidilemeyecektir.”
Bu konuda Toroslu’nun görüşünün kanunun lafzına daha uygun olduğu düşünülmektedir. TCK Md.35’te kullanılan ifade ile “elverişli hareketler” olmadan teşebbüsten bahsedilemeyecektir. Failin hareketinin elverişli olmadığını bilseydi ya farklı bir hareketle suçu işlemeye çalışacaktı ya da başkaca bir hareketi yapma imkânı yoksa ya da o hareketi yapmak istemezse suç kastından vazgeçecekti. Ayrıca elverişli hareketlerin tamamlanması durumunda da suçun maddi konusu “kastedilen suçun” asli unsurlarından olduğuna göre işlenemez suçta yapılan hareketler kendi başına bir suç oluşturmadığı sürece teşebbüsten de bahsedilemez.
İşlenemez suç TCK Md.243 ve Md.244 ile düzenlenen bilişim suçlarında göz önünde bulundurulması gereken önemli bir ayrımdır. Birçok durumda suçun işlenebilir olmadığının göz önüne alınması gerekecektir.
3. Suçların İçtimaı
TCK’nın genel gerekçesinde belirtilmiş olduğu üzere “kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza vardır”. Bunların istisnaları suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir.
Suçların içtimaında birden fazla suç tek failde toplanmasıdır. Bu durumlar:
a) Bileşik Suç
Failin işlediği bir suç, bir başka suçun unsur veya ağırlaştırıcı sebebini oluşturması durumudur.
TCK’daki tanımı:
Madde 42- (1) Biri diğerinin unsurunu veya ağırlaştırıcı nedenini oluşturması dolayısıyla tek fiil sayılan suça bileşik suç denir. Bu tür suçlarda içtima hükümleri uygulanmaz.
b) Zincirleme (Müteselsil) Suç
Failin aynı suçu birden fazla işlemesine rağmen tek suç sayılmasıdır.
TCK’daki tanımı:
Madde 43- (1) Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır.
c) Fikri İçtima
Failin tek fiille birden fazla suç işlemesidir. Birden fazla farklı suçun işlenmesinde farklı neviden fikri içtima, aynı suçun birden fazla mağdura karşı işlenmesinde aynı neviden fikri içtima uygulanır.
aa) Aynı Neviden Fikri İçtima
Madde 43- (2) Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır.
Hakaret etme ve tehdit etme suçları aynı neviden fikri içtimada suçlarına örnek olarak gösterilebilir. Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında aynı neviden de olsalar fikri içtima uygulanmaz.
bb) Farklı Neviden Fikri İçtima
Madde 44- (1) İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.
Bir hareketle birden fazla suçun gerçekleştirilmesine örnek olarak failin mağdura yumruk atması sonucunda hem gözlüğünün kırılması hem de gözüne zarar verilmesinde kasten yaralama ve mala zarar verme suçları işlenir.
Toroslu, Nevzat. Ceza Hukuku Genel Kısım. Ankara: Savaş Yayınevi, 2012
Artuk, Mehmet Emin, Ahmet Gökcen ve A. Caner Yenidünya. Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Turhan Kitabevi, 2009
Demirbaş, Timur. Ceza Hukuku Genel Hükümler. Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2009
2Fiziksel değişim terimi kimyasal değişimleri de kapsayacak şekilde madde ya da maddelerin yeri, konumu, içeriği, ağırlığı, durumu ile ilgili tüm fiziksel değişimleri içermektedir. Hidrojen ile oksijenin bir birleşerek su oluşturması da bir fiziksel değişim olarak kabul edilmiştir.
3Buhr & Kosing, 1999, s. 213)
4(Hirsch, 2001, s. 131)
5TCK Md.83 kasten öldürme, Md.88 kasten yaralama, Md.94 işkence, Md.175 akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali, Md.177 hayvanın tehlike yaratabilecek şekilde serbest bırakılması, Md.251 denetim görevinin ihmali, Md.257 görevi kötüye kullanma, Md.279 kamu görevlisinin suçu bildirmemesi, Md.324 seferberlikle ilgili görevin ihmali
7(Toroslu, 2012, s. 134)
8(Artuk, Gökcen, & Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2009, s. 274)
9(Artuk, Gökçen, & Yenidünya, 2011, s. 600)
10(Artuk, Gökcen, & Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2009, s. 303)
11(Artuk, Gökcen, & Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2009, s. 305)
12(Demirbaş, 2009, s. 503)
13(Demirbaş, 2009, s. 504)
14(Artuk, Gökçen, & Yenidünya, 2011, s. 467-468)
15(Toroslu, 2012, s. 270)
16(Toroslu, 2012, s. 275)
17(Artuk, Gökcen, & Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2009, s. 628)
18(Artuk, Gökcen, & Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2009, s. 629)
19(Toroslu, 2012, s. 289)